12 Ağustos 2009 Çarşamba

BULGARIA


Güzel ve bu kadar tahribata karşı halen güzelligini yer yer korumaya direnen memleketimizin en kuzey komşusu Bulgaristan'a düştü yolumuz.. Hasan arkadaşım orada iş bulunca bunu fırsat bildik ve onu ziyarete gitmek için Ahmet arkadaşımla ile KAMARAT (yoldaş) olduk...yola çıktık. Tabii ki bunun öncesinde turist vizesi almak için pasaport süresi uzatma ve vize alma gibi maddi manevi zahmetlere katlanarak sadece 5 günlük turist olma hakkımı kazanmak gerekmişti. Komşunun 60 euro vize bedeli alarak sadece 5 günlük turist vizesi vermesine aslında çok içerledim. Hele hele de biz onlardan vize istemez iken böyle bir muameleyi hak etmediğimi düşünerek biraz buruk da olsa biletimi aldım.

Esenler otogardan akşam saat 8'de kalkan NİŞİKLİ TURİZM otobüsü ile yaklaşık 9 saat sürecek yolculuğumuza ISTANBLUE VODKA ve ULUDAĞ LİMONATA ikilisini de ekleyerek başladık. 3-4 saat sonra şişe bitmiş ve keyfimiz yerine gelmişti ki sınıra geldik. İndik otobüsten, Türkiye'den çıkış damgamızı pasaportlarımıza bastırdık. Komşunun topraklarına sorunsuz bir şekilde geçmiştik. Heyecan içinde ''ADE BAKALIM!!!'' dedik...

50 metre ötede otobüs tekrar durdu ancak bu sefer biz inmedik. Bulgar polisi geldi. Pasaportları topladı götürdü. 15 dakika sonra damgalanmış halde geri getirdi. Bavullarımız falan iki tarafta da aranmadı. Vakit kaybetmediğimize ve bize güvendiklerine sevindik. Sadece 5 gün vize vermelerinden dolayı olan burukluğum biraz olsun hafiflemişti.

Bu arada arkadaşım Ahmet Hollanda'da çalıştığı için AB oturma izni vardı. Bu nedenle benim gibi turist vizesi almasına gerek kalmamıştı. Ancak, Bulgar polisi arkadaşıma ''madem senin amacın hollanda'ya gitmek, o zaman Bulgaristan'dan geçip gitmen için 5 gün izin veriyorum'' cümlesini mümkün olduğunca kısa şekilde kurarak ''TRANSIT VIZA...BEJJJ GUN'' dedi...Arkadaşım o an için birşey demedi. Kendisi internetten durumu araştırdığını bana söyledi ve böyle bir haklarının olmadığını, EU RESIDENT kartı ile AB ülkerinde oturum ve çalışma izni olan yabancıların diğer AB ülkelerinde 30 gün kalabileceğini bildiğini söyledi. Konu, uykunun bastırması nedeniyle fazla tartışamadan kapandı.

Sabah 5:00. Otobüs Varna'da durdu. Hasan bizi karşıladı. İndik. En yakın taksiye yanaştık. Hasan kalacağımız otelin ismini söyledi. Taksici 30 LEVA dedi. (1 Leva = 1,10 TL) Hasan 20 dedi. Taksici OK dedi. Bindik. Bu ilk tecrubemizden anladığımız; komşunun taksicileri ile amansız bir pazarlık yaşayacağımız oldu. Hakikaten de komşunun taksicileri ile kah keyifli kah gergin pazarlık anları yaşadık.

Şehir merkezinden yaklaşık 10 km uzaktaki otel odamıza yerleştik. Daha doğrusu odamızın gerçek sahibi olan hamam böceklerine misafir olmuş olduk. Önümüzdeki 4 gün boyunca da komşunun böcekleri ile de kah gergin kah keyifli anlar yaşadık. Hatta birisi kaçak yolcu olarak istanbul'a gelmek için bayağı ısrarlı çıktı. Tıraş çantama saklanarak hayatını riske attı. Tabii ki yakalandı ve 'çanta-dışı' edildi. Aslında otelimizin 3 yıldızlı olduğunu ama bir yıldızını böceklerin yiyip bitirdiği için tabelada 2 yıldız kaldığını düşünmeye başladık.

İlk gün uyandık. Çantamız sırtımızda sandalet ayağımızda düştük plaj yoluna. Tam plaja yaklaştık ki yıllardır hava durumu programlarından kulağımızın aşina olduğu meşhur ''Balkanlar'dan gelen'' yağmur bulutlarını gördük. Deniz yerine yağmur ile ıslanarak bulutların Türkiye'ye gidişini izledik. O gün plaj heyecanımız kursağımızda kalmış oldu. Yağmurdan dolayı ıssız olan Sahil şeridinde Karadeniz manzaralı bir restoranda birkaç bira - patates ile keyif alarak muhabbeti harladık. Daha sonra otele dönmek için otobüse bindik. Ancak Ahmet, ineceğimiz durağı karıştırdı. Otelden 300 metre uzaklıkta olan 1 durak geride indik. Yanlış yerde indiğimizi anlayınca ve yokuş yukarı çıkmaya halimiz olmadığı için bir sonraki otobüsü beklemeye başladık. O anda yanımıza bir taksi yanaştı. Otelimizin ismini söyledik. 5 Leva dedi. 2 Leva'ya kapanan pazarlık ile bindik arabaya. Ancak, adam bizi otelimizin önünde değil 10 metre gerideki otobüs durağında indirdi. Neden otele bırakmıyorsun diye sorunca da ''otobüsü bekliyordunuz...sizi yine otobüs durağına bırakıyorum'' demek istercesine ''station to station'' kısaltmasını kullandı...10 metre öteye bırakma nezaketini göstermediği için komşunun taksicisini anlamakta zorluk çektik. Sanırım bizim taksicilerimiz turistlere bir nebze daha az geçiriyor. Ya da en azından tatlı tatlı geçiriyorlar. Bilemedim.

Herneyse, gece dışarı çıkmaya ve gözlem yapmaya hazırdık. Otelin sahibi Türk olduğu için otelin giriş katına da gayet şık bir Türk restoranı açmış. Bir ocakbaşı kurmuş. Orada kebap yedik. Rakı içtik. Sonra otelin müdiresi de sağolsun 11de mesaisini bitirip evine dönerken bizi de Varna merkeze bıraktı. Taksicilerle pazarlık dalaşından kurtulduk.

Şehir merkezinin sahil şeridinde sıra sıra dizilmiş bar ve club'lardan TRALALA isimli olana girdik. Daha çok etnik pop çalan bu mekanda Fatih Ürek'in ''SUS'' ve Tarkan'ın ''KUZU KUZU'' şarkısını da çaldılar. Komşunun DJ'inin bu jestine sevindik. Genel olarak giyinmesini ve eğlenmesini bilen bir gençlik gözlemledik. Bizdeki gibi bar kenarında kasım kasım kasılan erkekler ile burnu havada bir erkek gelse de terslesem edasında duran kızlar pek yok. Genel olarak herkes rahatça ve sadece eğlenme derdinde. Bizim Kırklareli ve Tekirdağ gibi Trakya illerin insanının sahip olduğuna yakın bir eğlence kültürü sezinledik. Bulgar kültürü ve dili, her ne kadar Rus kültürü ve diline benzese de, Balkanların genel oynak havası ile müzikler Ruslardan çok bizim kulaklarımıza daha yakındı. Komunizm Balkan insanlarını dans etmekten pek alıkoymamış. İçkiler de Türkiye'ye oranla yuzde 50 ucuz olunca, kimse doğal olarak eğlenmeye çekinmiyor.

İkinci gün plaja gittik. Otelimize 5 km uzaklıktaki Altınkum isimli bölgeye gidelim dedik. Otobüs durağında beklerken taksicinin biri yanaştı. 15 Leva'dan açılan pazarlığı 9 Leva'ya bağladık. Otobüs de 2.10 Leva idi. Adambaşı 90 kuruş fazla verip rahatça gitmeyi başarı saydık. Neticede, sonunda denize de girdik. Ancak bulutlar arasından arada bir gülümseyen güneş adeta bizle dalga geçiyordu. Nanikçi güneş asabımızı bozmadan plajdan ayrıldık. Akşam yemeğimizi Altınkum'da bir restoranda pizza ile geçiştirdik. Sonra otele dönüp hazırlanıp yine otel müdiresi ile Varna merkeze indik. Bu sefer EXTRAVAGANZA isimli daha modern ve şık bir club'a girdik. Kapalı bir mekan olmasına rağmen büyük camlar sayesinde karadeniz'e demir atmış gemilerin küpeştelerine astıkları ışıklar görülebiliyor ve ortama güzel bir ambiyans katıyordu. Müzik olarak o gece House - Trance tarzına yakalandık. Ortamda yine çılgınca olmasa da düzeyli eğlenen bir gençlik vardı. 1 saat sonra çıkıp adını hatırlamadığım başka bir mekana geçtik. Orda da eğlence etnik pop ezgileri ile devam ediyordu. Yarım saat da orda kalıp çıktık.

Üçüncü gün Hasan arkadaşımızın orada biz gelmeden önce tanışmış olduğu Bulgaristan vatandaşı olan soydaşlarımız ile tanıştık. Bizi gelip otelden aldılar. Osmanlı'nın 500 yıl sonra çekildiği topraklarda hakim olan komunizm rejimi ile yaşamış ve özellikle azınlık olarak 85-89 yılları arasında zorluklar çekmiş olan insanların hikayelerini onlardan dinledik. Bizi araba ile Romanya sınırına kadar götürdüler. Orada göl kenarında bir balık restoranına girdik. Bir ara Ahmet, ''madem Romanya'ya çok yaklaştık, ben bir girip çıkayım. Zaten transit vize verdiler. Bulgaristan'dan çıkış yapmam lazım mı acaba?'' diyerek muhabbet arasına kaynayan bir maruzat bildirdi. Ancak içecekler geldi. Konu değişti derken Ahmet'in durumu pek ciddiye alınmadı.

O gün çeşitli yerlerde dura kalka ve geze geze Bulgaristan'ın karadeniz kıyı şeridini görmüş olduk. Bölgenin güzel ve bakir doğasını tanıdık. Kilyos-Şile-Kerpe-Kefken ile yakın bir iklime sahip olan kıyı şeridi, hem orman hem de kaliteli kumsallara sahip plajları ile gerçekten görülmeye değer. Ayrıca bizim çarpık yapılaşmamızın ne kadar çirkin olduğunu birkez daha anladık. Memleketimizin estetik duygusundan uzak vatandaşlarının icadı olan sıvasız tuğla evlere hiç rastlamadık. Komşuda, komunizm devrinden kalan soğuk apartman blokları yanında kırsal kesimde şirin taş köy evleri genel mimariyi belirliyordu. Gece otelimize geç gelince dışarı çıkmama kararı aldık. Ancak otel odamızda 2 litrelik pet şişesi yaklaşık 3.50 TL olan SHUMENKO birasını muhabetimize katık ederek sabah 5 gibi yattık.

Sabah Hasan erken saatte uyandırdı. Dün bütün günü beraber geçirmiş olduğumuz soydaşlarımız muahbbetimizden hoşlanmış olacaklar ki bugun de bizi yalnız bırakmak istememişler. Arabayı etle otla ve bir kasa bira doldurup mangal - piknik teşkilatı yapmışlar. Sağolsunlar. Biz aslında Ahmet ile bugun önce plaja gidip sonra da sahil şeridinde önceden gördüğümüz odun ateşindeki kuzu çevirme ile MAVRUT isimli Bulgar şaraplarından içme hayalini gerçekleştirmeyi istiyorduk. Ama soydaş hatrına çiğ tavuk yenir fikri ağır bastı. Onları da kırmak istemedik. Pikniğimiz, ıssız bir ormanda ve kayalık bir deniz kenarında, Robinson Cruose edasında geçti. Mangal olarak da sadece bir ızgara demiri vardı. Taşlardan ocak yaptık. Ahmet arkadaşımız askerlikte edindiği tecrübe ile mangalı başarı ile yaktı. O da olmasa mangalı yakacak adam da yokmuş meğer. Ateşin yanması ilkel koşullar yüzünden biraz gecikti. Karnımızda epeyce çok acıkmıştı. Bu nedenle ilk olarak attığımız bir parti tavuk kanadı tam pişmeden servis edildi. Böylece, soydaş hatrına çiğ tavuğu gerçekten yemiş de olduk. Akşam 8 gibi bizi otelimize bıraktılar.

Hazırlanıp son gecemizi bu sefer, 2. gün gittiğimiz plajın olduğu otelimize 5 km uzaktaki ALTINKUM bölgesinde eglenerek geçirmeye karar verdik. ALTINKUM, Bulgar vatandaşlardan daha çok, Romanya, Almanya, Rusya ve ağırlıklı olarak İskandinavya'dan gelen turistlerin olduğu bir bölge. Ancak, ortalıkta bizim turistik bölgelerimizde rastladığımız ''esnaf tacizi''ni göremedik. Her restoranın ve dukkanın kapısında çığırtkanlık yapan ve turistleri nerdeyse kolundan tutup içeri atacak tipler yok. Bir kez daha bazı konularda bizden daha rahat ve medeni olduklarına kanaat getirdik. Nereye gidelim diye birilerine sormaya uğraşırken, 2 gece önce Varna sahil şeridinde bira aldığımız KEB'UP isimli bir DÜNERCİ (Bulgaristan'da Ö'ler Ü; O'lar U olarak okunuyor.) zincirinde çalışan sarı saçlı mavi gözlü ''maaacir'' Selçuk bu gece de ALTINKUM'daki dükkanda çalışırken karşımıza çıktı. Bir iki sohbetten sonra ARROGANCE adlı mekana gitmemizi tavsiye etti. Biz de gittik. Bu arada, Bulgaristan'da DAMSIZ GİRİLMEZ diye bir olay yok. Zaten söylediğim gibi mekanlarda erkeklerin taciz durumu yok. Ayrıca, mekanlara giriş 5 LEVA. Ama bizdeki gibi İlk içki bedava olayı yok. ARROGANCE içinde Techno, R&B-RETRO ve Etnik Pop çalan 3 ayrı odanın yanında bir de dans etmekten yorulmuş çiftlerin ''soluklandığı'' Lounge odası ile 4 farklı bölüme ayrılmış bir mekan idi.

Ertesi gün erken kalkıp saat 10.30 otobüsüne yetişeceğimiz için erken çıktık ve otel yolunu tutmak için taksi arayışına çıktık. Otelden çıktığımızda yanlış otobüse binmiş ve otobüs içindeki 50 yaşlarındaki bir adam ''NEVER TAKE THE TAXI'' diye en az 5 kere bağırarak bizi uyardı. Yanlış bindiğimiz otobüsten inip otobüs durağında doğru otobüsü beklerken, yanaşan bir taksici pazarlığı 20 Leva'dan açmış, 5 Leva'dan başka para vermeyiz deyince basıp gitmiş, biraz sonra gelip ''bu saatte otobüs kalmadı haberiniz olsun'' tehdidini yapmış, ''olsun biz bekliycez'' direncini görünce tekrar basıp gitmiş, 2-3 dakika sonra tekrar dönüp gelmiş ve ...10 Leva...8 Leva....ade komşu 6 Leva diyerek bizi ikna etmeye uğraşmış başarısız olmuş ve 5 Levaya Atınkuma varmıştık. Ancak dönüş yolunda, ortalıkta pek taksi yoktu ve her ne kadar taksimetre gereksiz bi alet olarak öylece dursa da gece tarifesi durumu vardı. 30 Leva'dan fiyat aldığımız bir kaç taksiciden sonra yoldan çevirdiğimizi bir taksici ile sıkı pazarlık ile 8 Leva'ya otele geri dönmüş, bunu da kendimiz için başarı saymıştık. Asıl olan para kazanmak kaybetmek değil pazarlıkta iyi bir millet olduğumuzu ispatlamak idi.

Sabah erkenden uyandık. Düştük otobüs ile memleket yoluna. 10.30 da kalkan otobüsümüz 15.00 gibi bulgar hududunda oldu. Yine otobüse gelip pasaportları topladılar. Bizde hava almak için aşağı indik. Pasaportlar damgalanmış olarak geldi. Ancak, Ahmet'in korktuğu başına geldi ve transit vize için Bulgar polisi sorun çıkardı. Ahmet'i içeri çağırdılar. Ben de yalnız kalmasın diye arkasından gittim. Hasan otobüste kalmıştı. İçerde bankonun arkasında biri göbekli çekirdek çitleyen, biri çaylak ayak işlerine koşturulan ve biri de body building sporu ile uğraştığı şişkin pazularından belli 3 bulgar polisi vardı. Badici polis ''Sen geri neden dönüyorsun? Senin Bulgaristan'dan çıkıp yoluna devam etmen için bu vize sana verildi. Ceza kesmemiz lazım'' dedi. Ahmet durumunu anlatmaya çalıştıysa da badici polis çaylağa sadece bulgarca olan bir tutanak yazdırıp Ahmet'e de kağıda ingilizce olarak cezanın nedeni olarak ''Böyle bir yasanın olduğunu kimse bana söylemedi. Aciliyet dolayısı ile Türkiye'ye geri dönmem gerekiyor'' yazdırarak imzalattı. Ahmet ''ceza nedir?'' diye sorunca badici polis ''senin sorman gereken soru NE? değil HOW MUCH?'' olmalı diyerek başka şeyleri ima etmeye çalıştığını belirtti. Ne kadar olduğunu sorunca Ahmet, badici polis 50 ile 5000 Leva arası değişir cevabını aldı. Saçma sapan bir durumla karşı karşıya kaldığını anlayan Ahmet, badicinin kol kaslarının kalınlığından da korkarak polise pek ters gitmedi. Badici, Ahmeti ''come to me'' diyerek içeri odaya çağırınca ben de yakın bir arkadaşımı, yiğit bir Anadolu gencini kaybedeceğimizden endişelendim. Neyse korktuğum olmadı. İçerde tavla oynayan şefler Ahmet'e 50 Euro ödemesi gerektiğini söylemişler. Ahmet de sadece 20 Euro'sunun olduğunu söyleyince, ''arkadaşın da yok mu?'' sorusuna da ''hayır yok'' diye cevap verince, hayatındaki ilk rüşveti komşunun polisine vermiş oldu. Yazdıkları ceza tutanağının bağlayacağı bir durumu olmadığını 20 euro rüşvet karşılığında öğrenmiş olduk. Sadece kayda girmiş oldu. Her ne kadar Ahmet, bir daha Bulgaristan'a girmeyeceğine dair yemin etse de, olur da bir daha Bulgar topraklarına girerse sanırım kayıtlarda cezasını görürlerse tekrar atmacalar gibi başına ekşiyebilirler. Bizim kişisel izlenimimiz bu oldu.

Bu arada iş uzayınca otobüs bizi orda bırakıp siz arkadan gelirsiniz diyerek Türk topraklarına girmişti. Bizde 20 metre ilerdeki Türk sınırına yürüye yürüye ulaştık. Türkiye tabelasını öperken resim çektirdik. Yürüyerek gelen bizi gören Türk gümrük muhafaza memurları biraz şaşırdı. Durumu anlatınca yolumuza devam edip pasaportumuza giriş damgamızı bastırdık. Otobüs bizi bekliyordu. Bindik. Hasan'a ve etrafımızda oturanlara durumu anlattık. Göçmen Türkler ''Bunlar böyledir'' diyerek yorumlar yaptılar. Ahmet kalan yol boyu, neden sadece 10 euro vermediğine üzüldü. Ben nasıl 60 euro verip sadece 5 günlük turist vizesi alınca buruklaştıysam onun bir kaç katı buruklaştı ve komşuya küstü.

Sonuç olarak, heyecanımızı burukluğa ve küskünlüğe çeviren komşunun topraklarında yine de kendi kendimize gönlümüzü hoş tutarak eğlendik. Genel olarak herşey NORMALDİ!...

(Not: Bulgarcada ''iyi'' yerine Normal kelimesi kullanılıyor...)








































4 Ağustos 2009 Salı

MUTLULUK

Basit Mesele

Basit mesele mutluluk aslında,
Yaşayınca fazla düşünmeden.
Sadece hislerinle yol alınca,
Ulaşılmaz bildiğin mesafeler
Çok daha yakındır artık sana.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Tasavvufdan payıma düşen...

CAMDAN KALP

Gönül fırınında erit bencilliğin.
Kor kalbine aşk ile üfle nefesin.

Camdan farkı var mıdır ki hiç yüreğin?
Kumu veren Allah, şekli veren sensin.

İki düşün et sözün, sivridir dilin.
Kırarsan bir kalbi, tamir edemezsin.

(12'lik hece düzeni ile yazılmıştır.)

30 Temmuz 2009 Perşembe

AN'LAMAK HAYATI

AN'LAMAK HAYATI

Geldiğin yer değil,
Geriye kalandır sayılmaya değer olan.
Kaç günlük ömrü var bilemiyorsa insan,
Şu anda yaşamaktadır anlam...

Olmak istersen bunu anlayan,
Bir 'an' kadar yaşlısındır,
Sadece bir an...

31 Mart 2009 Salı

güneş ve bulutlar

Güneş ve Bulutlara Dair...

Güneş hiçbi yere gitmez....unutma bunu...
Kara bulutlar gelir sadece...saklar onu...
Çünkü bugün yağmurlar lazım ruhuna,
Yeşermesi için umut çiçeklerinin baharda.
Ve yarın tekrar gülümsemen için...
Asla ve asla, bulutlara lanet okuma...

16 Şubat 2009 Pazartesi

güzel bir gün...

Geceden yağan karlar üzerine portakal rengi bahar damlaları yağdırıordu güneş yeşermeyeyazan çimler üzerine portakal yokuşundan inerken otobüs ve ben güzel bir güne uyanıyordum, temenniler yerini bulurken. Bunları düşünürken 2 durak önce inmişim hergün indiğim yerden. Aşık olmaya mı yeşeriyor gönül bahçeleri?

25 Aralık 2008 Perşembe

durdum. durayazdım.

duruyorsun. herşey akıp giderken. izole edebildin sonunda kendini. mutlak bir sessizlik. koskoca bir şehrin tüm sesleri kalp atışın oldu. aradığın işte buydu. tekbaşına ama bir olmak. şu anda uzaktaki o vapurdan atılan simitleri yakalayan martının dikkatisin. sonra bi anda annesi ile parkta oynayan çocuğun neşesi. bi anda trafiğin keşmekeşinde bir kavganın şiddeti. daha sonra yıldız parkında ağaç altlarının gizliliği. birden köprüdeki bir oltanın ucundaki balığın çaresizliği oluvermişsin...